Göz Önünde Deyim mi? Bir Psikoloğun Merceğinden İnsan Doğasının Görünürlük Arayışı
Gözlemle Başlayan Merak
Bir psikolog olarak insan davranışlarını incelerken, en çok dikkatimi çeken şeylerden biri insanların “göz önünde” olma arzusudur. Her birimiz görünmek, fark edilmek ve onaylanmak isteriz. Fakat bu istek, yalnızca sosyal bir gereksinim midir? Yoksa derinlerde, kimliğimizin ve değer duygumuzun merkezinde yer alan bir ihtiyaç mı? “Göz önünde” ifadesi, gündelik dilde bir deyim olarak kullanılsa da; psikolojik açıdan bu, insanın var olma biçimlerinden biridir. Görünür olmak sadece fiziksel bir konum değil, duygusal bir deneyimdir.
Bilişsel Psikoloji Boyutu: Algının Sahnesi
Bilişsel psikolojiye göre, “göz önünde olmak” bir tür algısal odaklanmadır. İnsan beyni, dikkatini tehdit, ödül veya ilgi çekici unsurlara yönlendirir. Bu nedenle “göz önünde” olan kişi, bilinçli ya da bilinçdışı olarak dikkat merkezine yerleşir.
Birini sürekli göz önünde tutmak, onu zihinsel bir sahneye koymaktır. Tıpkı bir tiyatro sahnesinde ışıkların sadece bir oyuncunun üzerinde yanması gibi…
Bu durum, hem “göz önünde olmayı” seven kişi için hem de onu izleyenler için bilişsel bir yük oluşturur. Sürekli dikkat merkezinde kalmak, zihinsel olarak yorucudur; ancak görünmez olmak, varoluşsal bir kaygı yaratır. İşte insan zihni bu ikilemin arasında gidip gelir.
Duygusal Psikoloji Boyutu: Onaylanma İhtiyacının Yankısı
Duygusal açıdan “göz önünde olmak”, benlik değerinin görünür bir ifadesidir. İnsan, fark edilmekle kendi önemini teyit eder.
Çocukluk döneminden itibaren sevgi, takdir ve dikkat; bireyin duygusal gelişimini şekillendirir. “Bak bana!” diyen bir çocuğun isteği, aslında “beni gör, ben varım” çağrısıdır.
Yetişkinlikte bu çağrı, sosyal medya paylaşımlarında, başarı öykülerinde veya ilişkilerde görünür olma çabasında kendini gösterir. Bu çaba bazen özsaygının korunması, bazen ise duygusal açlığın bastırılmasıdır.
Göz önünde olma arzusu, eğer içsel bir güvene dayanıyorsa sağlıklıdır; ancak bu arzu sürekli dış onayla besleniyorsa, kişi kendi değerini başkalarının bakışlarında arar. Böyle bir durumda görünürlük, duygusal bağımlılığa dönüşebilir.
Sosyal Psikoloji Boyutu: Toplumsal Aynada Benlik
Sosyal psikoloji, “göz önünde olmayı” bir toplumsal etkileşim biçimi olarak ele alır. Göz önünde olmak, yalnızca bireysel bir tercih değil, sosyal bir rolün parçasıdır.
Toplumun değer verdiği davranış biçimleri, görünürlük ölçütlerini belirler. Başarı, güzellik, popülerlik gibi unsurlar “göz önünde olmayı” ödüllendirir.
Bu durum, bireyleri sürekli bir kendini sunum stratejisine iter. Goffman’ın sahne metaforunu hatırlarsak, hepimiz sosyal hayatın sahnesinde kendi rollerimizi oynarız. Ancak perde arkasında kalan “gerçek benliğimiz” ile sahnede oynadığımız “sosyal benliğimiz” arasında çatışmalar yaşanır.
Bazı insanlar için göz önünde olmak, toplumsal güç ve statü sembolüyken; bazıları için sürekli bir baskı ve performans kaygısına dönüşür. Böylece görünürlük, özgürlüğün değil, gözaltında olmanın simgesi haline gelir.
Görünürlük ve İçsel Denge Arayışı
Psikolojik olarak sağlıklı bir görünürlük, kendilik bilinci ile duygusal sınırlar arasındaki dengeyi kurabilmekten geçer.
Kişi, kendi değerini yalnızca dışarıdan aldığı bakışlarla tanımlamadığında; göz önünde olmayı bir ihtiyaçtan ziyade doğal bir sonuç olarak yaşar.
Bu noktada fark edilmek değil, “anlaşılmak” önem kazanır. Çünkü insan, görünür olmayı değil, görülmeyi ister — yani kim olduğunun fark edilmesini.
Sonuç: “Göz Önünde” Olmak mı, “Görülmek” mi?
“Göz önünde deyim mi?” sorusuna psikolojik açıdan bakarsak, bu deyim yalnızca bir dil kalıbı değil; insan doğasının görünürlükle kurduğu karmaşık ilişkinin özeti gibidir.
Bilişsel düzeyde dikkat çekmek, duygusal düzeyde değer görmek, sosyal düzeyde kabul edilmek isteriz. Ancak bu üçü arasındaki denge bozulduğunda, kişi kendini bir vitrin figürü gibi hissedebilir.
Gerçek görünürlük, başkalarının gözünde değil; kendi iç dünyasında fark edilmektir.
Kısacası, “göz önünde” olmak değil, kendini gözünün önüne koyabilmek en derin psikolojik farkındalıktır.